“Kadınları anlamaya kalkmayın hiç…Kadınların
gerçekten ne demek istediğini bilmek istiyorsanız (bunun her zaman
tehlikeli bir şey olduğunu belirtmek gerekir) yüzlerine bakın, sakın
dinlemeyin…” demiştir, İrlandalı yazar Oscar Wilde Önemsiz Bir Kadın
adlı eserinde…
Bu teoriyi günümüzde Türkiye’de bulunan kadın ve erkeklerin
durumunu ele aldığımızda biraz farklı bir gerçek ortaya çıkabilir. Zira
Türk erkeği kadınları ne anlamaya çalışır ne de yüzlerine bakmayı
tercih eder. İstisnalar mevcuttur pek tabi, ben genel durumdan
bahsediyorum…Türkiye’de bu duruma eskilerden kalma ataerkil inançlar
mı, yoksa erkeklerin en az kadınlar kadar ilgisini çeken bir çok başka
kavramınlarında çok sayıda bulunması mı neden oluyor bilinmez çünkü
zaman değişim çağı. Fakat, belki de değişmeyen tek şey şu: her Türk
kadını onu “anlayabilecek” bir erkek istiyor; meslek, dış görünüm,
varlık ya da diğer dış etkenler hep bu ilk dilekten sonra geliyor.
Türkiye’de bir kadının bir erkek tarafından anlaşılabilmesi
için ilk önce erkeğin kadını önemsemesi gerekiyor. Fakat şöyle bir
sorun vardır ki, ataerkil ve dominant Türk erkeği “anlaşılmak” isteyen
kadını önemsese bile bunu belli etmiyor, ya da belli edemiyor, hatta
belli etmemeyi tercih ediyor…Anlaşılma ihtiyacı içinde olan Türk kadını
ise o erkeğin onu anlayabilmesi için her şeyini feda etmeye hazırken,
görülüyor ki Türk erkeği aslında kadına yaşamından çok az şey veriyor. Dolayısıyla
Türk kadını tek bir şey hissediyor: anlaşılamamak… Bu anlaşılamamak
durumu kadını oldukça derinden etkiler her ne kadar Türk erkeği
“anlayamamak” durumunu pek umursamasada. Bu iki zıt durumda Türk erkeği
umursamazlığından dolayı ve Türk kadınına çektirdiği acıdan dolayı yine
üstün duruma geçer. Fakat görünmeyen gerçek şudur ki, kadın, özellikler
Türk kadını onu anlayamayan ya da anladığını sanan Türk erkeğinden çoğu
meselede daha üstün durumdadır. Türkiye’de kadınların tarihi, dünyanın
gördüğü en ciddi zulümün tarihi olarak adlandırabilir fakat bu, güçlüye
karşı güçsüzün zulmüdür ve güçsüzün anlayamama kabiliyeti…
Sözün özü, Türkiye’de kadın en çok erkeğin anlayaşızlığından
ötürü acı çeker ve aslında güçlü olmasına ya da olabilmesine rağmen,
kadınlığından ötürü zayıf taraf olmayı tercih eder…Günümüzde
hayallerinin, isteklerinin ve anlaşılabilme isteğinin bir çok yere
sürüklediği Türk kadınlarının durumu, yine Oscar Wilde’ın Padua Düşesi
adlı eserinde anlatıldığı gibi, en iyi şu şekilde özetlenebilir:
Biliyorum genellikle kadınlar,
Her biri, bir adamla eşleşmiş, mutsuzluk içinde,Kocasının bencilliği
yüzünden yaşamı yıkılmış: Duyulan acıyı azaltmaz genel olmak.
Sanırım hiç duymadım bir kadının güldüğünü;
Birisi dışında, yalnız sevinçten güldüğünü.
Bir akşam vaktiydi, herkesin geçtiği sokaklarda Acınacak
durumda bir kadın yürüyordu dudakları boyalı, Yüzüne keyfin maskesini
takmış; onun gibi gülemezdim ben, Hayır, ölüm bile daha iyidir bundan…
Hatice Mine Bahadır
Kaynakça: Wilde, Oscar. Şakir Eczacıbaşı (der.) Oscar Wilde:
Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2004
gerçekten ne demek istediğini bilmek istiyorsanız (bunun her zaman
tehlikeli bir şey olduğunu belirtmek gerekir) yüzlerine bakın, sakın
dinlemeyin…” demiştir, İrlandalı yazar Oscar Wilde Önemsiz Bir Kadın
adlı eserinde…
Bu teoriyi günümüzde Türkiye’de bulunan kadın ve erkeklerin
durumunu ele aldığımızda biraz farklı bir gerçek ortaya çıkabilir. Zira
Türk erkeği kadınları ne anlamaya çalışır ne de yüzlerine bakmayı
tercih eder. İstisnalar mevcuttur pek tabi, ben genel durumdan
bahsediyorum…Türkiye’de bu duruma eskilerden kalma ataerkil inançlar
mı, yoksa erkeklerin en az kadınlar kadar ilgisini çeken bir çok başka
kavramınlarında çok sayıda bulunması mı neden oluyor bilinmez çünkü
zaman değişim çağı. Fakat, belki de değişmeyen tek şey şu: her Türk
kadını onu “anlayabilecek” bir erkek istiyor; meslek, dış görünüm,
varlık ya da diğer dış etkenler hep bu ilk dilekten sonra geliyor.
Türkiye’de bir kadının bir erkek tarafından anlaşılabilmesi
için ilk önce erkeğin kadını önemsemesi gerekiyor. Fakat şöyle bir
sorun vardır ki, ataerkil ve dominant Türk erkeği “anlaşılmak” isteyen
kadını önemsese bile bunu belli etmiyor, ya da belli edemiyor, hatta
belli etmemeyi tercih ediyor…Anlaşılma ihtiyacı içinde olan Türk kadını
ise o erkeğin onu anlayabilmesi için her şeyini feda etmeye hazırken,
görülüyor ki Türk erkeği aslında kadına yaşamından çok az şey veriyor. Dolayısıyla
Türk kadını tek bir şey hissediyor: anlaşılamamak… Bu anlaşılamamak
durumu kadını oldukça derinden etkiler her ne kadar Türk erkeği
“anlayamamak” durumunu pek umursamasada. Bu iki zıt durumda Türk erkeği
umursamazlığından dolayı ve Türk kadınına çektirdiği acıdan dolayı yine
üstün duruma geçer. Fakat görünmeyen gerçek şudur ki, kadın, özellikler
Türk kadını onu anlayamayan ya da anladığını sanan Türk erkeğinden çoğu
meselede daha üstün durumdadır. Türkiye’de kadınların tarihi, dünyanın
gördüğü en ciddi zulümün tarihi olarak adlandırabilir fakat bu, güçlüye
karşı güçsüzün zulmüdür ve güçsüzün anlayamama kabiliyeti…
Sözün özü, Türkiye’de kadın en çok erkeğin anlayaşızlığından
ötürü acı çeker ve aslında güçlü olmasına ya da olabilmesine rağmen,
kadınlığından ötürü zayıf taraf olmayı tercih eder…Günümüzde
hayallerinin, isteklerinin ve anlaşılabilme isteğinin bir çok yere
sürüklediği Türk kadınlarının durumu, yine Oscar Wilde’ın Padua Düşesi
adlı eserinde anlatıldığı gibi, en iyi şu şekilde özetlenebilir:
Biliyorum genellikle kadınlar,
Her biri, bir adamla eşleşmiş, mutsuzluk içinde,Kocasının bencilliği
yüzünden yaşamı yıkılmış: Duyulan acıyı azaltmaz genel olmak.
Sanırım hiç duymadım bir kadının güldüğünü;
Birisi dışında, yalnız sevinçten güldüğünü.
Bir akşam vaktiydi, herkesin geçtiği sokaklarda Acınacak
durumda bir kadın yürüyordu dudakları boyalı, Yüzüne keyfin maskesini
takmış; onun gibi gülemezdim ben, Hayır, ölüm bile daha iyidir bundan…
Hatice Mine Bahadır
Kaynakça: Wilde, Oscar. Şakir Eczacıbaşı (der.) Oscar Wilde:
Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2004