SÖYLEŞİ
OKUYAMAYAN ÇOCUKLAR
Yurdumuzda eğitim almamış bireylerin sayısının oldukça fazla olduğu yapılan araştırmalar ile görülmektedir..Okumamak yani okuyamamak belki de ellerinde değil.Ama okumak isteyen fakat buna değişik sebeplerle fırsat bulamayan yüzlerce insan var.Bu insanlar toplumda büyük bir sorun olduğunun habercisidir.
Kimi aileler maalesef ekonomik durumlarından dolayı çocuklarını okutamıyorlar.Kimi aileler ise ellerinde imkan olmasına rağmen okumayı bilgili olmayı gereksiz görüyorlar.Kimi aileler de var ki onlar ellerinden geleni yapsalar da çocuk her şeye ilgisiz ve isteksiz oluyor.
Bu sorunun azalması gerekirken daha da artmakta olduğu gözlenmektedir.Bu konu ile ilgili yapılması gereken çok şey olduğu kesindir ve başta hükümetler ve ilgili devlet kuruluşları ile bazı sivil toplum örgütleri ,muhtelif eğitim kurumları ve toplumun tüm kademesindeki insanlara görev düşmektedir.
EFSANE
Zembil Satan Efsanesi;
Silvan Kalesi’nin kuzey tarafında bir tepe teşkil eden enkaz arasındaki burcun adına halk “Zembilfüroş” burcu demektedir. Bunun bir efsanesi var.
Vaktiyle Silvan kale burçlarının birinde yaşayan, geçimini Zembil satmakla temin eden evli bir adan varmış. Bu çok güzel yapılı melek gibi bir adammış. Şehrin sokaklarını gezerek zembil satmakta iken bir gün hükümdarın karısına rastlamış. Hükümdarın karısı, bu erkek güzeli adama aşık olmuş. Ne kadar zembili varsa alacağını, hepsini alıp sarayına getirmesini söylemiş. Adamda o gün ne kadar zembili varsa yükleyip saraya götürmüş. Onu bekleyen hükümdarın karısı bütün zembilleri almış ve adama aşkını açıklamış. Kendisine her türlü yapmaya hazır olduğunu, yeter ki aşkına cevap vermesini dilemiş. Zembil satan, evli olduğun, böyle bir günah işlemeyeceğini beyanla ret cevabı vermiş. Kadın asılmalarına devam etmiş, bir sonuç alamayacağını görünce, başka bir çare düşünmüş. Bir gün zembil satanı gizlice takip ederek, Kaldığı burcu öğrenmiş. Kendisi evde yokken karısına giderek durumu anlatmış ve “sadece bir gece ben senin yerine geçeyim”, sen başka yerde kal, sana ölünceye kadar kocan ve çocuklarına rahat geçinebileceğiniz kadar para veririm”diyerek kadıncağızı kandırmış. Onun elbiselerini giyerek, geceyi beklemiş. Zembil satan, gece evine gelip karısının yatağına girince hal ve tavırlarından koynundaki kadının kendi karısı olmadığını anlamış ve hemen sokağa fırlamış hükümdar karısı peşine düşmüş. Zembil satan, bu kadının elinden başka bir kurtuluş yolu olmadığını anlayınca kendini bugün adını taşıyan burçtan aşağı atarak paramparça olmuş. Ona aşık kadında kendini peşinden atarak ölmüş. O günden bu güne burca
Zembilfüroş(zembil satan)Burcu denmektedir.
DENEME/MONTAIGNE
HAYAT VE FELSEFE
Çok gariptir; çağımızda işler o hale geldi ki felsefe, anlayışlı insanlar arasında bile, ne teorik ne pratik hiçbir yararı ve değeri olmayan boş ve kuru bir laf olup kaldı. Bence bunun nedeni, felsefenin ana yollarını sarmış olan safsatalardır. Felsefeyi, çocuklar için ulaşılmaz, asık suratlı, çatık kaşlı ve belalı göstermek büyük bir hatadır. Onun yüzüne bu sahte, bu kaskatı bu çirkin maskeyi kim takmış? O ki hep bayram ve hoş zaman içinde yaşamayı emreder bize. Gamlı ve buz gibi soğuk bir yüz içimizde felsefenin barınamadığını gösterir.Felsefeyi barındıran ruh, kendi sağlığıyla bedeni de sağlam etmeli.
Huzur ve rahatın ışığı ta dışardan görünmelidir. Dış varlığı kendi kalıbına uydurmalı ve böylece ona sevimli bir gurur, hareketli ve neşeli bir tavır, memnun ve güler yüzlü bir hal vermelidir. Bilgeliğin en açık görüntüsü, sürekli bir sevinçtir. Onun durumu, aydan daha yukarda olan şeylerin durumu gibidir. Hem de rahat. Müritlerini çamur ve kir içinde yaşatan felsefe değil, Barocco ve Baralipton'culardır. (Skolastikte bazı önerme türleriyle ilgili uydurma sözcükler.) Onlar felsefenin yalnız adını duymuşlardır. Yoksa nasıl
olur? Felsefe ruhun fırtınalarını dindirmeyi, açlığı ve hastalığı gülerek karşılamayı, birtakım uydurma müneccim işaretleriyle değil, doğal ve somut yollarla öğretmeye çalışır. Felsefenin amacı erdemdir; bu
erdem de, medresenin söylediği gibi, sarp, yalçın ve çıkılmaz bir dağın başına dikilmiş değildir. Ona yaklaşanlar, tersine güzel, bereketli ve çiçekli bir ova içinde görürler onu. Orada erdem yine her şeyden yüksektedir; fakat yerini bilen olunca, ona gölgeli, çimenli, güzel kokulu yollardan, güle söyleye, göklerin kubbesi gibi rahat ve dümdüz bir inişle varılabilir. Bazıları bu yüksek, bu güzel, bu zafer sevinci dolu, aşk dolu, tadına doyulmaz, yiğitliğine ulaşılmaz erdemin, tatsızlığa, rahatsızlığa, korkuya, zorbalığa açıkça ve amansızca düşman olan, kendine doğayı kılavuz, mutluluğu ve zevki eş bilen erdemin semtine uğramadıkları için gitmişler, güçsüzlüklerine uygun olarak, böyle kasvetli, titiz, somurtkan, eli sopalı, asık suratlı, anlamsız bir erdem örneği tasarlamışlar ve onu, insanları korkutmaya mahsus bir umacı gibi, dünyadan uzak bir kayalığın üstüne, dikenlikler arasına koymuşlar...
Gerçek erdem zengin, kudretli ve bilgili olmasını, mis kokulu yataklarda yatmasını bilir. Hayatı sever; güzelliği de, şanı ve onun da, sağlığı da sever. Fakat onun öz be öz işi, bu nimetler ölçü ile kullanmasını ve yiğitçe bırakıp gitmesini bilmektir: Çetinliğinden çok daha fazla büyüklüğü olan bir iş, ki onsuz her hayat bozuk, karışık ve şekilsizdir ve bu yüzden tehlikeli engeller, dikenlikler ve ejderhalarla
dolmaya elverişlidir. Eğer eğitilecek genç, acayip yaratılışlı olur da güzel bir yolculuk hikayesi, yahut anlayabileceği bir felsefe konusu yerine masal dinlemeyi yeğ tutarsa, arkadaşlarının genç dinç
yüreklerini coşturan davullar çalındığı zaman o, kendisini hokkabaz oyunlarına çağıran arkadaşının yanına giderse, bir savaştan toz toprağa ve zafere bürünüp dönmeyi, top oyunundan yahut balodan bir
armağanla dönmekten daha hoş ve daha çekici bulmazsa, bu genç için bir tek çare görüyorum: Eğitmeni onu daha çocukken, kimseye duyurmadan boğar; yahut da bu gence, bir düka'nın oğlu bile olsa
herhangi bir şehirde pastacılık yaptırılır. Platon der ki, çocuklara babalarının yeteneklerine göre değil, kendi yeteneklerine göre meslekbulmak gerekir.
Mademki asıl felsefe bize yaşamayı öğreten felsefedir ve mademki çocuğun da öbür yaştakiler gibi, ondan alacak olduğu dersler vardır, niçin çocuğa felsefe öğretilemezmiş:
Udum et molle lutum est; nunc properandus, et acri Fingendus sine fine rota (Persius)
Çamur yumuşak ve ıslak; çabuk, çabuk olalım. Durmadan dönen çark biçim versin ona.
Bize yaşamayı ömür geçtikten sonra öğretiyorlar. Cicero dermiş ki, iki insan hayatı yaşayacak olsam bile, lirik şairleri incelemeye zaman harcamam. Bence bu dırdırcılar daha hazin bir şekilde yararsızdır.
Çocuğumuzun o kadar yitirecek zamanı yoktur: Pedagogların elinde ancak hayatının ilk on beş, on altı yılını geçirebilir: Geri kalan zaman hayatındır. Bu kadar kısa bir zamanı zorunlu bilgilere verelim; üst
yanı emek israfıdır. Hayatımızın işine yaramayan bütün bu çetrefil diyalektik oyunlarını kaldırıp atın; iyi seçmesini ve iyi açıklamasını bilmek koşuluyla basit felsefe konuları alın: Bunlar Boccacio'nun
masalından daha kolay anlaşılır. Bir çocuk buları sütnineye verildiği andan itibaren okuma yazmadan çok daha kolay öğrenebilir.
Felsefenin insanlara, yaşamaya başlarken de, ölüme doğru giderken de söyleyecekleri vardır.
MASAL
KRALIN MUTSUZ KIZI
Bir varmış, bir yokmuş... Çok büyük bir ülkede, çok zengin bir kralın mutsuz bir kızı varmış. Kralın kızı istediği her şeye sahipmiş ancak hiçbir zaman mutlu olamıyormuş. Kral bu duruma daha fazla dayanamayıp kızına mutsuzluğunun sebebini sormuş. kızı ise çok yalnız olduğunu söylemiş ve babasından bu duruma bir çare bulmasını istemiş.
Kral dünyanın en değerli, en güzel yiyeceklerini, giyeceklerini ve dahakini kızına getirtmiş ama kız yine mutlu olmamış. Ardından kral kızını başka bir ülkeye amcasının yanına göndermiş. Küçük prenses amcasının yanında da mutluluğu yakalayamamış. kız, amcasından onu tekrar kendi ülkesine göndermesini istemiş. Amcası onun yanında kalmasını istiyormuş ve göndermek istememiş. Ardından küçük kız amcasının yanından kaçmış ve kocaman bir ormanda kaybolmuş. Üzgün ve yaptıklarına pişman bir şekilde, bilmediği bir yöne doğru yürüyormuş. Tam o sırada küçük bir oduncu kızının kendisine doğru yürüdüğünü görmüş. Oduncu kızı prensesin yanına yaklaşarak:
- "Sen de kimsin?" diye sormuş.
Prenses ağlamayı keserek:
- "Ben büyük Kralın kızı, küçük prensesim." demiş
Oduncunun kızı şaşkın bir ifadeyle:
- "Küçük prensesin ormanda ne isi olabilir ki?" demiş.
- "Ben çok mutsuzdum ve bu sebepten saraydan kaçtım, simdi ise kayboldum ve çok korkuyorum." demiş küçük prenses.
Oduncunun kızı, küçük prensese kendisi ile küçük dağ evlerine gelebileceğini söylemiş. Prenses bu duruma çok sevinmiş ve vakit kaybetmeden eve gitmişler.
Oduncu, kızı ve annesi onlar için yemek hazırlarken, küçük prenses de dağ evini gezedurmuş.
Oduncu, kızının odasına girince gözlerine inanamamış. Kocaman kocaman raflarda yüzlerce kitap. Fakat prenses kralın kızı olmasına rağmen bunlara sahip değilmiş ve oduncu kızının yanına giderek kitaplarından birini alabilir miyim diye sormuş. Oduncu kızı ise bunu kabul etmiş ve en çok sevdiği kitaplardan birini küçük prensese vermiş.
Küçük prenses kitabi okuduktan sonra kendisine sunulan diğer tüm güzelliklerin bu kitap kadar tat vermediğini görmüş ve anlamış ki mutsuzluğunun tek sebebi şimdiye kadar bir kitabinin olmamasıymış.
Sonraki gün oduncu küçük prensesi sarayına götürmüş. Kızını gören kral çok sevinmiş ve onu kendisine getiren oduncuyu ödüllendirmiş.
Ardından kızının çok mutlu olduğunu görmüş ve bunun sebebini sormuş, kızı ise kitap okumanın onu çok mutlu ettiğini söylemiş.
Kral kızının bu mutluluğunun sona ermemesi için dünyanın tüm kitaplarını ülkesinde toplattırmış ve prenses ömrünün sonuna kadar mutlu ve mesut yasamış...
OKUYAMAYAN ÇOCUKLAR
Yurdumuzda eğitim almamış bireylerin sayısının oldukça fazla olduğu yapılan araştırmalar ile görülmektedir..Okumamak yani okuyamamak belki de ellerinde değil.Ama okumak isteyen fakat buna değişik sebeplerle fırsat bulamayan yüzlerce insan var.Bu insanlar toplumda büyük bir sorun olduğunun habercisidir.
Kimi aileler maalesef ekonomik durumlarından dolayı çocuklarını okutamıyorlar.Kimi aileler ise ellerinde imkan olmasına rağmen okumayı bilgili olmayı gereksiz görüyorlar.Kimi aileler de var ki onlar ellerinden geleni yapsalar da çocuk her şeye ilgisiz ve isteksiz oluyor.
Bu sorunun azalması gerekirken daha da artmakta olduğu gözlenmektedir.Bu konu ile ilgili yapılması gereken çok şey olduğu kesindir ve başta hükümetler ve ilgili devlet kuruluşları ile bazı sivil toplum örgütleri ,muhtelif eğitim kurumları ve toplumun tüm kademesindeki insanlara görev düşmektedir.
EFSANE
Zembil Satan Efsanesi;
Silvan Kalesi’nin kuzey tarafında bir tepe teşkil eden enkaz arasındaki burcun adına halk “Zembilfüroş” burcu demektedir. Bunun bir efsanesi var.
Vaktiyle Silvan kale burçlarının birinde yaşayan, geçimini Zembil satmakla temin eden evli bir adan varmış. Bu çok güzel yapılı melek gibi bir adammış. Şehrin sokaklarını gezerek zembil satmakta iken bir gün hükümdarın karısına rastlamış. Hükümdarın karısı, bu erkek güzeli adama aşık olmuş. Ne kadar zembili varsa alacağını, hepsini alıp sarayına getirmesini söylemiş. Adamda o gün ne kadar zembili varsa yükleyip saraya götürmüş. Onu bekleyen hükümdarın karısı bütün zembilleri almış ve adama aşkını açıklamış. Kendisine her türlü yapmaya hazır olduğunu, yeter ki aşkına cevap vermesini dilemiş. Zembil satan, evli olduğun, böyle bir günah işlemeyeceğini beyanla ret cevabı vermiş. Kadın asılmalarına devam etmiş, bir sonuç alamayacağını görünce, başka bir çare düşünmüş. Bir gün zembil satanı gizlice takip ederek, Kaldığı burcu öğrenmiş. Kendisi evde yokken karısına giderek durumu anlatmış ve “sadece bir gece ben senin yerine geçeyim”, sen başka yerde kal, sana ölünceye kadar kocan ve çocuklarına rahat geçinebileceğiniz kadar para veririm”diyerek kadıncağızı kandırmış. Onun elbiselerini giyerek, geceyi beklemiş. Zembil satan, gece evine gelip karısının yatağına girince hal ve tavırlarından koynundaki kadının kendi karısı olmadığını anlamış ve hemen sokağa fırlamış hükümdar karısı peşine düşmüş. Zembil satan, bu kadının elinden başka bir kurtuluş yolu olmadığını anlayınca kendini bugün adını taşıyan burçtan aşağı atarak paramparça olmuş. Ona aşık kadında kendini peşinden atarak ölmüş. O günden bu güne burca
Zembilfüroş(zembil satan)Burcu denmektedir.
DENEME/MONTAIGNE
HAYAT VE FELSEFE
Çok gariptir; çağımızda işler o hale geldi ki felsefe, anlayışlı insanlar arasında bile, ne teorik ne pratik hiçbir yararı ve değeri olmayan boş ve kuru bir laf olup kaldı. Bence bunun nedeni, felsefenin ana yollarını sarmış olan safsatalardır. Felsefeyi, çocuklar için ulaşılmaz, asık suratlı, çatık kaşlı ve belalı göstermek büyük bir hatadır. Onun yüzüne bu sahte, bu kaskatı bu çirkin maskeyi kim takmış? O ki hep bayram ve hoş zaman içinde yaşamayı emreder bize. Gamlı ve buz gibi soğuk bir yüz içimizde felsefenin barınamadığını gösterir.Felsefeyi barındıran ruh, kendi sağlığıyla bedeni de sağlam etmeli.
Huzur ve rahatın ışığı ta dışardan görünmelidir. Dış varlığı kendi kalıbına uydurmalı ve böylece ona sevimli bir gurur, hareketli ve neşeli bir tavır, memnun ve güler yüzlü bir hal vermelidir. Bilgeliğin en açık görüntüsü, sürekli bir sevinçtir. Onun durumu, aydan daha yukarda olan şeylerin durumu gibidir. Hem de rahat. Müritlerini çamur ve kir içinde yaşatan felsefe değil, Barocco ve Baralipton'culardır. (Skolastikte bazı önerme türleriyle ilgili uydurma sözcükler.) Onlar felsefenin yalnız adını duymuşlardır. Yoksa nasıl
olur? Felsefe ruhun fırtınalarını dindirmeyi, açlığı ve hastalığı gülerek karşılamayı, birtakım uydurma müneccim işaretleriyle değil, doğal ve somut yollarla öğretmeye çalışır. Felsefenin amacı erdemdir; bu
erdem de, medresenin söylediği gibi, sarp, yalçın ve çıkılmaz bir dağın başına dikilmiş değildir. Ona yaklaşanlar, tersine güzel, bereketli ve çiçekli bir ova içinde görürler onu. Orada erdem yine her şeyden yüksektedir; fakat yerini bilen olunca, ona gölgeli, çimenli, güzel kokulu yollardan, güle söyleye, göklerin kubbesi gibi rahat ve dümdüz bir inişle varılabilir. Bazıları bu yüksek, bu güzel, bu zafer sevinci dolu, aşk dolu, tadına doyulmaz, yiğitliğine ulaşılmaz erdemin, tatsızlığa, rahatsızlığa, korkuya, zorbalığa açıkça ve amansızca düşman olan, kendine doğayı kılavuz, mutluluğu ve zevki eş bilen erdemin semtine uğramadıkları için gitmişler, güçsüzlüklerine uygun olarak, böyle kasvetli, titiz, somurtkan, eli sopalı, asık suratlı, anlamsız bir erdem örneği tasarlamışlar ve onu, insanları korkutmaya mahsus bir umacı gibi, dünyadan uzak bir kayalığın üstüne, dikenlikler arasına koymuşlar...
Gerçek erdem zengin, kudretli ve bilgili olmasını, mis kokulu yataklarda yatmasını bilir. Hayatı sever; güzelliği de, şanı ve onun da, sağlığı da sever. Fakat onun öz be öz işi, bu nimetler ölçü ile kullanmasını ve yiğitçe bırakıp gitmesini bilmektir: Çetinliğinden çok daha fazla büyüklüğü olan bir iş, ki onsuz her hayat bozuk, karışık ve şekilsizdir ve bu yüzden tehlikeli engeller, dikenlikler ve ejderhalarla
dolmaya elverişlidir. Eğer eğitilecek genç, acayip yaratılışlı olur da güzel bir yolculuk hikayesi, yahut anlayabileceği bir felsefe konusu yerine masal dinlemeyi yeğ tutarsa, arkadaşlarının genç dinç
yüreklerini coşturan davullar çalındığı zaman o, kendisini hokkabaz oyunlarına çağıran arkadaşının yanına giderse, bir savaştan toz toprağa ve zafere bürünüp dönmeyi, top oyunundan yahut balodan bir
armağanla dönmekten daha hoş ve daha çekici bulmazsa, bu genç için bir tek çare görüyorum: Eğitmeni onu daha çocukken, kimseye duyurmadan boğar; yahut da bu gence, bir düka'nın oğlu bile olsa
herhangi bir şehirde pastacılık yaptırılır. Platon der ki, çocuklara babalarının yeteneklerine göre değil, kendi yeteneklerine göre meslekbulmak gerekir.
Mademki asıl felsefe bize yaşamayı öğreten felsefedir ve mademki çocuğun da öbür yaştakiler gibi, ondan alacak olduğu dersler vardır, niçin çocuğa felsefe öğretilemezmiş:
Udum et molle lutum est; nunc properandus, et acri Fingendus sine fine rota (Persius)
Çamur yumuşak ve ıslak; çabuk, çabuk olalım. Durmadan dönen çark biçim versin ona.
Bize yaşamayı ömür geçtikten sonra öğretiyorlar. Cicero dermiş ki, iki insan hayatı yaşayacak olsam bile, lirik şairleri incelemeye zaman harcamam. Bence bu dırdırcılar daha hazin bir şekilde yararsızdır.
Çocuğumuzun o kadar yitirecek zamanı yoktur: Pedagogların elinde ancak hayatının ilk on beş, on altı yılını geçirebilir: Geri kalan zaman hayatındır. Bu kadar kısa bir zamanı zorunlu bilgilere verelim; üst
yanı emek israfıdır. Hayatımızın işine yaramayan bütün bu çetrefil diyalektik oyunlarını kaldırıp atın; iyi seçmesini ve iyi açıklamasını bilmek koşuluyla basit felsefe konuları alın: Bunlar Boccacio'nun
masalından daha kolay anlaşılır. Bir çocuk buları sütnineye verildiği andan itibaren okuma yazmadan çok daha kolay öğrenebilir.
Felsefenin insanlara, yaşamaya başlarken de, ölüme doğru giderken de söyleyecekleri vardır.
MASAL
KRALIN MUTSUZ KIZI
Bir varmış, bir yokmuş... Çok büyük bir ülkede, çok zengin bir kralın mutsuz bir kızı varmış. Kralın kızı istediği her şeye sahipmiş ancak hiçbir zaman mutlu olamıyormuş. Kral bu duruma daha fazla dayanamayıp kızına mutsuzluğunun sebebini sormuş. kızı ise çok yalnız olduğunu söylemiş ve babasından bu duruma bir çare bulmasını istemiş.
Kral dünyanın en değerli, en güzel yiyeceklerini, giyeceklerini ve dahakini kızına getirtmiş ama kız yine mutlu olmamış. Ardından kral kızını başka bir ülkeye amcasının yanına göndermiş. Küçük prenses amcasının yanında da mutluluğu yakalayamamış. kız, amcasından onu tekrar kendi ülkesine göndermesini istemiş. Amcası onun yanında kalmasını istiyormuş ve göndermek istememiş. Ardından küçük kız amcasının yanından kaçmış ve kocaman bir ormanda kaybolmuş. Üzgün ve yaptıklarına pişman bir şekilde, bilmediği bir yöne doğru yürüyormuş. Tam o sırada küçük bir oduncu kızının kendisine doğru yürüdüğünü görmüş. Oduncu kızı prensesin yanına yaklaşarak:
- "Sen de kimsin?" diye sormuş.
Prenses ağlamayı keserek:
- "Ben büyük Kralın kızı, küçük prensesim." demiş
Oduncunun kızı şaşkın bir ifadeyle:
- "Küçük prensesin ormanda ne isi olabilir ki?" demiş.
- "Ben çok mutsuzdum ve bu sebepten saraydan kaçtım, simdi ise kayboldum ve çok korkuyorum." demiş küçük prenses.
Oduncunun kızı, küçük prensese kendisi ile küçük dağ evlerine gelebileceğini söylemiş. Prenses bu duruma çok sevinmiş ve vakit kaybetmeden eve gitmişler.
Oduncu, kızı ve annesi onlar için yemek hazırlarken, küçük prenses de dağ evini gezedurmuş.
Oduncu, kızının odasına girince gözlerine inanamamış. Kocaman kocaman raflarda yüzlerce kitap. Fakat prenses kralın kızı olmasına rağmen bunlara sahip değilmiş ve oduncu kızının yanına giderek kitaplarından birini alabilir miyim diye sormuş. Oduncu kızı ise bunu kabul etmiş ve en çok sevdiği kitaplardan birini küçük prensese vermiş.
Küçük prenses kitabi okuduktan sonra kendisine sunulan diğer tüm güzelliklerin bu kitap kadar tat vermediğini görmüş ve anlamış ki mutsuzluğunun tek sebebi şimdiye kadar bir kitabinin olmamasıymış.
Sonraki gün oduncu küçük prensesi sarayına götürmüş. Kızını gören kral çok sevinmiş ve onu kendisine getiren oduncuyu ödüllendirmiş.
Ardından kızının çok mutlu olduğunu görmüş ve bunun sebebini sormuş, kızı ise kitap okumanın onu çok mutlu ettiğini söylemiş.
Kral kızının bu mutluluğunun sona ermemesi için dünyanın tüm kitaplarını ülkesinde toplattırmış ve prenses ömrünün sonuna kadar mutlu ve mesut yasamış...